İş değişikliği nedeniyle iznim olmadığı bir yılda bu tip bayram tatili ile birleşen hafta sonları benim için ilaç gibi geliyor. Yine böyle bir zamana denk geldi 30 Ağustos. Kaşıntım tuttuğu için 3 günde 2000 km civarı bir yol yaptım. İşin komik tarafı ise bu defa hiç denize girmediğim bir kaçamak oldu. Ege’ye girememiş de olsam inanılmaz keyifli, inanılmaz güzel bir üç gün oldu. Normal planımda Cuma sabahı Söke civarına gidecekken, İzmir’den yola çıkarken ani bir kararla Denizli bölgesine yöneldim. Burada tek bir amaç vardı: yorulacaksam ilk gün yorulayım, sonrası daha sakin geçsin.

Nysa Antik Kenti

Görmek istediğim antik kentlerden bir tanesiydi. Tabelasını gördüğüm gibi direksiyonu kırmam bir oldu. 🙂 Bahsettiğim ilk rotamdan saptığım için normalde bu yoldan gitmemem gerekiyordu ama ani kararların böyle sürprizleri olabiliyor. 🙂

Kent ormanın içerisinde bulunuyor. Genel anlamda ki ortamı ve ambiansı çok hoşuma gitti. Oldukça iyi durumda bir tiyatrosu ve meclis binası var. Kütüphanenin ise ayakta kalan bir kısmı bulunuyor. Antik kentte bulunan ve en şaşırdığım kısım ise stadyum oldu. Uzaktan ilk gördüğümde meclis binası sandığım yapı, zaman içerisinde toprak hareketleri nedeniyle öyle bir yerde kalmış ki tamamen dağın bir parçası olmuş. Abdullah Gül gibi hayret ettiğim bir yapı oldu. Antik kenti gerçekten çok sevdim.

Kırmızı Su

Halk tarafından bu isim verilmiş bir sıcak su kaynağı. Etrafında bulunan kaplıcalar hali hazırda her şeyi açıklıyor aslında ama şehrin ortasında Pamukkale gibi oluşmuş olan travertenler farklı bir hava katıyor. İlk görmeye gittiğimde ayağımı sokmak dışında bir düşüncem bulunmuyordu. Girip çıkan kurtlar vadisi jenerasyonu gençler ve tesettürlü teyzeler bu düşüncemi doğrular nitelikteydi. Etrafını gezip, arabama döndüğüm sırada suyun değdiği yerlerde gözeneklerin açıldığını farkedince kendi kendime şunu dedim: ben buraya girerim. 🙂 Su o kadar sıcak ki oturduğunuzda kaynayan bir kazana girmeye benziyor. Hani Hababam Sınıfınının bir bölümünde Kemal Sunal’ı pişiriyorlardı ya işte öyle (verebileceğim yemek örnekleri vardı ama Kemal abiden devam etmek istedim) hissediyorsunuz. Cildimin güzelliğini Kırmızı Su’ya borçluyum. Farkı hemen hissettirdi :)))))

Hierapolis Antik Kenti

Bu yıl en çok görmek istediğim 2 kent Pergamon ve Hierapolis’di. Hierapolis’i kuran kişinin de, dönemin Bergama kralı oluşu hoş bir tesadüf halini aldı. 🙂 Kentin iki farklı girişi bulunuyor. Benim girdiğim kısım Nekropol olarak adlandırılan kısım. Yani mezarlık. 🙂 O kadar güzel mezar taşları ve yapılar bulunuyor du ki fotoğraf çekerken bir an ileride bizim mezarlarıklar da böyle ilgi çekecek mi acaba diye düşündüm, sonra bizim mezarlar aklıma geldi ve hızlıca başka bir düşünceye daldım. O mezarlardan biri benim olsa idi muhtemelen boş boş fotoğraf çekeceğine biraz bira dökte keyiflenelim diye söylenirdim heralde :))))

Kent oldukça büyük bir alana kurulmuş. Gezerken 3,5 saat civarı bir süre harcadım ki başka gidecek yerim olmasaydı antik havuzda en az 2 saat geçirirdim sanırım. Bu arada antik havuz demişken, ücret ödeyerek girilen antik kentte bulunan bir havuza giriş için 50 TL istenir mi vicdansızlar? Benim gibi sınırlı süreli ziyaret yapanlar için hiç uygun değil, ha bir sonraki ziyaretimde muhtemelen kendimi havuza atıp saatlerce çıkmayacağım, o ayrı… :))))

Tiyatrosu, şehir kapısı, mezarlık yapıları, tapınakları ile beklediğimden çok daha fazlasını bulduğum bir şehir oldu. Çocukken travertenleri ziyaret etmiştim ama hatta donla girmişliğim bile var :))) ama antik kente dair hiç bir anım bulunmuyordu. Müzesi oldukça başarılı olup, tiyatronun ön tarafında ziyarete kapalı bir kısımda aklım kaldı, ve benim bir konuda aklım kalırsa istediğim gibi sonuçlanana kadar takıntı yaparım. Yani evet, orayı görmekyi çok istiyorum. Bir sonraki ziyaretimde açın artık. 🙂

Travertenler ise beklediğim gibi değildi. Bir kısmının içerisinde hiç su yoktu. Olan kısım ise kontrollü ve kanallarla veriliyordu. Yani doğal akış değiştirilmiş, istenilen kısımlara su aktarılan bir sisteme geçilmiş. Su olan kısımlarda insansız boşluk yakalayıp, karelemek gerçekten zor oldu.

Ağlayan Kaya Şelalesi

Hava kararmadan yetiştiğim için çok mutlu olduğum bir yer oldu. Şelaleye ulaşabilmek için bir alabalık tesisinin içerisinden geçmek zorunda kalıyorsunuz. Başka bir yere yetişmek zorunda olmasaydım muhtemelen akşam yemeğini burada yerdim ama olsun, sonraki sefere diyelim. 🙂 Şelaleye gelince fotoğraf makinemin şarjı bittiği için ne yazık ki  telefon ile çekmek zorunda kaldım. Çektiğim fotoğrafları kontrol ederken ayarların 4:3 olduğunu görmek ayrıca canımı sıktı. Telefonu yenileyeli bir kaç ay olduğu ve telefondan çok fotoğraf makinemi kullanmayı sevdiğim için hiç kurcalamamıştım. Hem kim 4:3 fotoğraf çeker ki :/ kalabalık nedeniyle tekrar fotoğraflayamadım ama manzara açısından kefilim. Mutlaka uğrayın derim. :

 

İsa Bey Camii

Aydınoğlu Beyliğinin kurucusu olan Mehmed Bey’in oğlu İsa Bey tarafından, 1375 yılında yaptırılmış. Artemis Tapınağı ve St Jean Kilisesinin ortasında bulunuyor. Bahçesini gezerken gördüğüm sütunlar içime bir kurt düşürmüştü ki sonunda duvarda yazan bilgiler ışığında yanılmadığımı anladım. Cami yapılırken Artemis tapınağının taşları kullanılmış. Taşları derken, tapınak camii öncesinde 1-2 defa yağma ve yıkıma uğradığı için kalanlar demek daha doğru. Ne yalan söyleyeyim bahçesindeki sütunlar çok hoşuma gitti. Görsel olarak bana fazlasıyla hitap ediyordu.

St Jean Kilisesi, Aziz Yohannes Bazilikası, Selçuk Kalesi (Ayasuluk)

Aynı İsa Bey Camii’nde olduğu gibi yine Artemis Tapınağı’ndan kalanlar yapılmış yapılar. Bu nedenle gezerken ister istemez içimi bir hüzün kapladı. Kilise ve Bazilika’nın tarihi oldukça eski. Bazilika bir iki defa yıkılıp, yapılmış. Zamanında Papa (St John yani Yuhanna’nın mezarı burada) buraya gelip dua etmiş.  Bazilika ise zamanında hayli büyük olarak inşa edilmiş. Artemis tapınağından sonra bölgenin en büyük ibadethanelerindenmiş.

Selçuk Müzesi

Defalarca Efes’e ve Artemis tapınağına gelmiş olmama rağmen bir türlü uğramaya fırsat bulamadığım bir yerdi. Efes’teki heykellerin orjinallerini görmek hayli keyifli oldu. İçerisi küçük sayılmayacak büyüklükte ve oldukça fazla görülecek şey var.

 

Artemis Tapınağı (Artemision)

Ne yazsam bilemiyorum. Bölgede bulunan en eski taşlar M.Ö. 14. yy, ilk tapınağın yapılma tarihi M.Ö. 680. Antik dünyanın 7 harikasından bir tanesiydi… Depremler, seller ve yağmalar gördü. Taşlarından Ayasofya, İsa Bey Camii ve St John kilise ve Bazilikası gibi yazılar yapıldı. Ayakta kalan kısmı British Museum’a kaçırıldı… Daha neler neler. Zamanında birlikte ziyaret ettiğim dostlarım beni doğrulayacaktır, o topraklara ayak bastığım anda enerjim değişiyor, neşem tavan yapıyor. Benim için çok farklı, çok özel bir yer.

Zeus Mağarası

Sevgili arkadaşım Murat’ın tavsiyesi üzerine gittiğim bir yer oldu. Menderes deltası üzerinde, Dilek Yarımadası Büyük Menderes Deltası üzerinde. Farklı tarafı ise içerisindeki su deniz suyu ve kaynak suyunun karışımı. Mağara içerisinde yüzmek çok farklı bir tecrübe oldu. Efsaneye göre Zeus, abisi Poseidon’u sinirlendirdiğinde, ondan saklanmak için burada saklanıyormuş. Hikayenin mitolojik tarafında ise Zeus’un saklanacağını hiç sanmıyorum. :)))

Priene Antik Kenti

Ormanın içerisinde harikulade bir kent. Yapıların bir çoğu sağlam kalmış. Çam ağaçlarının altında antik kent geziyorsunuz. En tepe noktasında ise Athena tapınağı bulunuyor. Çok beğendim, çok sevdim.

Milet (Miletos) Antik kenti

İyi durumda bi tiyatrosu, ayakta kalmış olan agora girişi var. Agora girişinin kalanı, tıpkı Pergamon Zeus sunağında olduğu gibi Berlin müzesine kaçırılmış. Burada eleştireceğim nokta antik kentin her tarafı diken dolu. Yürümek için yol yapılmamış. Ücretli girilen ören yerlerinin, hatta ücretsiz bile olsa tarihi bir mekanın bu halde olmasını içime sindiremiyorum.

Latmos Antik Kenti

Bafa gölünün hemen yanında bulunan antik kent, özellikle gün batımında inanılmaz bir manzara sundu. Kente dair sadece kaya mezarlarını gezebilmiş olsam da ayrıca kayalar üzerinde çizimler de bulunuyormuş. Yolda ise kayalar öyle güzel şekil almıştı ki gerisi sadece hayal gücünüze kalıyor. 🙂 Etrafını gerçekten çok beğendim.

Şirince

Fazla söze gerek yok sanırım: şarap :))))

Efes (Ephesos) Antik kenti

Ülkenin en  bilenen antik kenti sanıyorum. Orjinali Artemis Tapınağının çevresindeyken, su baskını sonrasında mevcut konumuna taşınmış. Fazlaca ziyaret ettiğim ve çok güzel bir antik kent.

Meryem Ana Evi

Ormanın içerisinde, mistik bir ortamı var. Ev yolunda orman içerisinde yürüyorsunuz ve bu bile yüzünüzü gülümsetmeye yetiyor. Ev ise küçük, 2 göz oda.

Claros Antik Kenti

Apollo’ya adanmış bir kent. Yani kahinlere yönelik. 🙂 Tapınağın temelleri hayli iyi durumda. Size ufak bir ipucu vereyim: bir antik kent Apollo’ya adandıysa, bilin ki orada eski zamanlarda kahinler yaşamıştır. 🙂 Claros’un kuruluş hikayeside buna dayanıyor. Kent bir “bilicilik merkezi” olarak kurulmuş. Kentte ayrıca Apollo’nun ikiz kardeşi ve aynı zamanda tanrıçam Artemis ve annesi Leto’ya adanmış tapınaklarda bulunuyor. Ayrıca bu ikilinin ayakta duran büyük heykelleri de var. İyi durumda olan güneş saati ise görülesi.

Teos Antik Kenti

Pazar günü dönüş yoluna çıkmadan önce hızlıca gezerim diye düşündüğüm bir kentti ancak tabi ki evdeki hesap, agoraya uymadı. Gezi yaklaşık 1,5 saat sürdü :))) Bu gezi nedeniyle eve gece 1 sularında girmiş olsam da hiç pişman değilim. Oldukça güzel bir antik kentmiş. Kentte bulunan Dionysos tapınağı anadoluda bulunan en büyük Dionysos tapınağıymış. Tiyatrosu kısmen ayakta ancak en çok şaşırdığım konu tiyatrosunun üzerinde büyüyen ağaçlar… Taş zemine rağmen hayata tutunan bu inat kardeşlerim karşısında saygı ile eğiliyorum 🙂 Şehri gezerken, tapınağın hemen yanında devasa bir zeytin ağacı gözüme çarptı. Gövdesi o kadar kalındı ki hayranlık ve sevgi ile bir anda fotoğraflarını çeker halde buldum. Ağacın hemen önünde yazan ismini google’da arattığınızda karşınıza ağacın 1800 yaşında (even bin sekiz yüz) olduğunu öğrendim. Saygılarımı sunuyorum “Umay Nine Ağacı”.

 

Denizli ve Aydın’da bir kaç yer daha kaldı, sıra yavaş yavaş Antalya tarafına geliyor ama o tarafıda yolun uzunluğu nedeniyle geniş bir zamanda yapmak istiyorum. 🙂

Son dönem tatilleri fazlaca KM üzerine kurulduğu için bir sonraki tatilde (tatil dediysem Cuma – Pazar) deniz kenarında bira içerek geçirme kararı aldım.  Bi Assos mu yapsam, ne dersiniz? 🙂

Yolunuz her daim açık olsun efendim. 🙂

Not: Yolda antik kentleri gezerken çok sevdiğim antik kentlere dair (gezi yazıları hariç) hiç yazı paylaşmadığımı farkettim. Mesela en sevdiğim antik kente dair burada hiç bir bilgi yok. Bu nedenle bloğa bir Antik Kent başlığı eklemeye karar verdim. Son 7-8 yılda gezdiğim antik kentleri, eski fotoğraflarla birlikte bu başlık altında parça parça yayınlama kararı aldım. Eski fotoğrafları karıştırmak bana da iyi gelecektir. 🙂 Bu nedenle bu yazıda antik kent değerlendirmelerini ve fotoğrafları tekrar olmaması açısından minimumda tutmaya çalıştım. Yani çok daha detaylısı geleceği için, buralar hep özet doldu. 🙂