En çok huzur bulduğum rotalardan birinin, gelişmiş bir versiyonu ile karşınızdayım efendim. 🙂 Bu defa ziyaret ettiğim yer sayısı, öncekilerden fazla olduğu için hepsini başlığa yazamadım. Başlık başlık ilerlemekte fayda var sanıyorum.

Ne güzel demiş şair: Huzur Ege’de.
Uzun zamandır Pergamon antik kentini ziyaret etme planım vardı, üzerine 2 ay önce ofiste geçen yoğun bir Cunda sohbetinden sonra Assos’a yaptığım yıllık geleneksel rotama ufak bir rötuş vererek son haline getirdim.
Yeni iş değiştirdiğim için iznim olmadığından resmi tatil öncesi alınan 2 gün ile 5 güne çıkarttım. Her ne kadar departman müdürüm 5 gün izin vermeyi teklif etse de gerek duymadım. O hakkı cepte tutmakta fayda var. 🙂
Kafamdaki ilk planda sabah erkenden yola çıkıp, Apollonia (Gölyazı) ile başlayan bir rota vardı ancak İstanbul’dan başlayan sağnak yağmur, ilk durağı pas geçmeme neden oldu. Aslı’nın bir gün önce “dikkat et nazarım değmesin” cümlesinden sonra ilerleyen kilometrelerde kesilmeyen yağmur ciddi anlamda moralimi bozmaya başlamıştı. Uzun zamandır gezmeyi istediğim Pergamon’u, hem de bu kadar yaklaşmışken gezememe ihtimalim hayli korkuttu ama neyse ki Aslı’ya yaptığım rüşvet teklifi karşılıksız kalmadı ve Bergama’ya yarım saat kala yağmur durdu.
Pergamon:
Akropol gerçekten isminin hakkını veren (yüksek, yukarıda bulunan şehir) bir tepeye kurulmuş. Şehrin girişinden inanılmaz güzel bir manzarası bulunuyor. Kentin içerisinde de hayli iyi korunmuş yapılar bulunuyor. Tiyatro dağ sırtıyla bütünleşik bir hal alsa da iyi durumda. Trajan tapınağı gayet güzel bir görsel sunuyor. Ayrıca Zeus sunağı zamanında çok ihtişamlı bir yapı olduğunu hissettiren, şimdilerde ise bu yapıyı Berlin’de görebilirsiniz. 😦 Benim en çok etkilendiğim kısım ise Athena kutsal alanı ve tam ortasında çıkan zeytin ağacı oldu.
Orta şehir kısmı ise, stadyumun önünden bir miktar yürüyerek inilen bir kısım. Görevliye neden ziyaretçilerin buraya gelmediğini sorduğumda yalnızca bireysel ziyaretçilerin alt kısma indiğini öğrendim. Yani anlayacağınız rehberler o mesafeyi yürümemek, o yokuşu çıkmamak için insanları bu kısma indirmiyorlar. Burada Z odası, Demeter ve Hera kutsal alanları, Gymnasion kısımları bulunuyor. Tadilattan geçirilmiş Gymnasion’da, tarihi yapı üzerindeki mermer ve üzerindeki 2018 damgası mutlaka görülmesi gereken yerler. Hera ve Demeter kutsal alanlarını gezerken tabi ki dilekte bulunmaya yeltendim. Tam Hera alanındaydım ki evlilik tanrıçasından ne dileyeceğim diyerek, götüm götüm Demeter’e yanaştım. :)))
Genel anlamda düşündüğümden 3 katı fazla zaman geçirdim ki gerçekten feda olsun. İnanılmaz güzeldi, inanılmaz mutlu hissettirdi. Yine görmek dileğiyle fotoğraflar… 🙂
Kızıl Avlu ve Bergama:
Anadolu’da bir Mısır tanrılar tapınağı 🙂 Evet, mısır tanrılarına adanmış bir tapınak. M.S. 2. yy civarına, Hadrianus dönemine dayanıyor. İsmi, yapımında kullanılan ateş tuğlalarına dayanıyor. Yapı hala o kadar ihtişamlı ve o kadar güzel duruyor ki, gezerken gerçekten hayranlığımı saklayamadım.
Asklepieion:
Döneminin en önemli sağlık merkezlerinden. İsmi, sağlık tanrısı Aesculapius’tan geliyor. Uzun yolunda, taşların üzerinde yürümek ve çevresindeki kalan kalıntılardan yapıların normal halini hayal etmek gerçekten muhteşem. İçerisinde, Pantheon’dan esinlenerek yapılan bir yapı da bulunuyormuş. Günümüzde ne yazık ki sadece temelleri sağlam kalmış. Kuzey galerisinde sütünlar arasında yürüyerek, hayli ihtişamlı tiyatro binasına ulaşmak çok keyifliydi.
Cunda;
Birinci günümün son durağı. Yazının başında söylediğim gibi şirkette geçen bir muhabbet üzerine yola çıkmaya karar vermiştim ki iyi ki diyorum. Gerek adanın genel güzelliği, gerek tavsiye edilen Son Vapur isimli mekanın meze kalitesi, olmazsa olmazım zeytin ağaçlarının her yanı sarması. Çok güzeldi. Şehirde çok güzel binalar gördüm, bunun haricinde müze gayet keyifliydi. Sabah kahvaltıyı yolda hallederim diyerek yola çıktığım ve Bursa’ya gelmeden küçük bir sandviç yemişken gün boyu antik kentlerde gezip, üzerine bir de çadır kurmakla uğraşınca yolun sonu 22:00 sonra kurt gibi acıkmış bir halde mekana oturmak oldu. Keyifli mezeler ve 35’lik rakı eşliğinde mest olduğum bir akşam tabi ki denizde bitti. 🙂 Denizde bitti derken bilmediğiniz denize girerken dikkatli olunuz efendim. O denizde deniz kestanesi olabilir, sonra siz o kestaneye basabilir, sonra bütün tatilinizi ayağınızda kestane parçaları ile tamamlayabilirmişsiniz. Bahsi geçen arkadaş gibi her şartta hayattan keyif almaktan vazgeçmeyen bir yapınız yoksa dikkatli olun. Yoksa zaten işi biliyorsunuzdur, ne desem kalbinizden geçene gideceksiniz. :))))
Cunda’da en çok içimde kalan olay ise o kadar bozuk yol üzeri, o sıcakta yürüyerek ulaştığım Ayışığı Manastırını gezememek oldu. Sadece belirli günlerde ziyaretçiye açık olduğu için ne yazık ki gezemedim ama yolu o kadar güzeldi ki zaman kaybı olarak görmüyorum.
Çok keyifliydin Cunda, bundan sonraki Assos planlarımda mutlaka seni de düşüneceğim. 🙂
Hasan Boğuldu;
İlk olarak geçtiğimiz yıl ziyaret ettiğim bir yerdi. Gidişimde o kadar beğenmiştim ki bu sene de boş geçemedim. Yine o güzel doğa ve o soğuk suya ulaşmak için gözü kapalı daldım. Ayrıca yanımda getirdiğim bir birayı, ayaklarımı buz gibi suya uzatarak o kadar büyük keyifle götürdüm ki… Önceki yazımda fazlaca fotoğraf ve detay paylaştığım için minimumda tutuyorum. Yine çok güzel, yine çok soğuktun. :))
Antandros;
Hasan Boğuldu’dan, Şahindere Kanyonu’na gitmek üzere yola çıkmışken, yol üzerinde karşılaştığım antik kent. Kahverengi tabelayı görünce uğramamak olmazdı tabi. Kazı çalışmalarının çok başındalar ve ne yazık ki fazla sağlam bir yapı kalmamış. Yine de roma villasının kalıntıları gerçekten etkileyici. İçerisindeki mozaikler görülmeye değer. Her Ege antik kentinde olduğu gibi çıkanlar haricinde çok daha fazlasının olduğunu vaad ediyor. Gitmişken görmemek olmazdı. 🙂
Şahindere Kanyonu;
Hasan Boğuldu gibi bir doğal güzelliğe sahip olduğunu öğrendiğim anda benim için ziyaret listesine eklendi. Kanyonun ilk girişinin muhteşem bir doğal güzelliği var. Kötü yanı, kanyonun bitimindeki piknik alanından yükselen mangal dumanları, kanyonu dumanaltında bırakıyor. Bir de facetime üzerinden canlı yayında kayalıkların arasında yürümeye çalışan ziyaretçiler eklenince işin tadı biraz kaçıyor doğrusu ama ülke insanı böyle. Bunun dışında kanyonun sonuna kadar hayran hayran çıkıyorsunuz. En sonunda bulunana şelale ve doğal havuz hemen içine atlama isteği uyandırsa da su gerçekten çok soğuk. Kış çocuğu değilseniz, denemeyiniz. 😉 Şelalenin altına girmeye çalıştığım zaman ise inanılmaz güçlü akıntı beni geldiğim yere doğru fırlatıp attı. Suyun altından biraz daha yaklaşabildimse de yine de maalesef diyorum. Bazı güzellikler tasvir edilemez, o nedenle ben sizi fotoğraflara alayım 🙂
Kamp Olive;
Şahin dere kanyonu sonrasında geleneksel kamp yerim olan Gargara Kamping’e doğru yola çıktım. Tam kavuştum diye sevinirken içerinin full olduğunu, kendi çadırımı bile kuracak yerin olmadığını öğrenmem ile yıkılmam bir oldu. Kaldı ki iki yıldır burada hiç dışarıda kalmamıştım. Yakın zamanda Assos’a gidecek olanlara bir uyarı: Kamp yerlerinin büyük çoğunluğu 20 Temmuz’a kadar doluymuş. Sonrasında 4-5 farklı kamp yerinde şansımı denedim ancak hepsinde cevap aynı oldu. Hayatında hiç bu kadar seri reddedilmemiş biri olarak galiba zeytin ağaçlarının dibine çökeceğim diye düşünürken Olive’da şansımı deneyeyim dedim. Tam yerimiz yok cevabını almışken, sorumlu kadın çok kötü baktınız dedi. Seri şekilde bu cevabı aldığımı duyunca dayanamayıp birlikte yer bakmayı teklif etti. Normal şartlarda orman vs gibi yerlerde kamp tesisi aramadan çadır kursam da burada işin içinde deniz olduğu için ve bir geceden fazla kalacağım için tesisin önemli olduğunu düşünüyorum. Yine bir zeytin ağacı altında yer bulmuşken, uygun mu sorusuna daha iyisi olamazdı diyerek çöktüm. 🙂 Sonrası ayışığına karşı bira ve gökyüzü gözlemi.
Arıklı Köyü;
Olive’da ilk akşamımda sabah 04:00’te başlayan yağmur, 08:00 e kadar devam etti. O sırada asılı duran havlu, sandalye vs düşünürken yapacak bir şey yok diyerek uyumaya çalıştım. Sabah kalktığımda yağmur devam ediyordu ve en mantıklı şeyin bir kahvaltı yapmak olduğunu düşündüm. Her ne kadar kamp yerinde imkan olsa da benim tercihim yeni yerler keşfetmek oldu. Google’da görmüş olduğum, dağ yamacında bir köyde şirin mi şirin bir kahvaltı yerine doğru yola çıktım. Kahvaltı mekanı gerçekten çok şirindi ama bahçenin çatısı hasırdan olduğu için su geçiriyor, dolayısıyla kahvaltı yapmayı mümkün kılmıyordu. Yol üzerinde gördüğüm ikinci bir kahvaltı mekanına (Saklı Vadi) oturdum. Manzarası güzel, hizmeti güleryüzlü ama ne yazık ki paketleri zayıftı. O kadar ki masada zeytin ve tereyağ yoktu. Hadi tereyağını anlıyorum da arkadaş egede nasıl zeytin olmaz? Neyse yağmur ve manzara arayı kapattı.
Antik Sutünlar;
Bir gece önsinde eski ev arkadaşım, kardeşim Selçuk’un da civarda olduğunu öğrendim. Yağmur nedeniyle elim kolum bağlı iken aklıma gelen Selçuk’u ziyaret etmek oldu. İşler yolunda gidip hava açarsa bu normal rotam için bana zaman kazandıracak hem de yağmurda beklemek yerine 40 dk fazladan yol giderek hasret giderme şansına sahip olacaktım. Yola çıkmış ve köye 20 dk kalmışken yine bir kahverengi tabela gördüm. Ezine Yahyaçavuş köyünde gördüğüm bu tabela beni tarihi bir taş ocağına çıkarttı. Hali hazırda tamamlanmış olan sütunlar yola çıkmak üzere bekliyordu ve muhtemelen bu bekleyiş binlerce yıldır devam ediyor. Bu sütunların çevresi ise şuan grani ve taş ocakları ile dolu. Yani binlerce yıldır bir gelenek var bölgede. Ayrıca sütunlara hemen gelmeden gördüğüm bir kaya parçası vardı ki normal bir insan sadece kaya görecekken ben kocaman bir kaplumbağ gördüm. 🙂
Sonrasında Nazlı ve Selçuk’a kavuşmanın mutluluğu ile sahilde koyu bir sohbet başladı. 🙂 Bol miktarda güldüğümüz, fotoğraf makinasından, wi-fi teknolojisinin geldiği yere kadar hayli geniş bir yelpaze oldu. 🙂 İyi ki varlar. 🙂
Apollon Smintheion;
Hava açtıktan sonra Doğan ailesine veda ederek yine yollara düştüm. Bu defa hedef ilk defa geçen yıl gittiğim Apollon Smintheion’u oldu. Yapı gerçekten çok güzel ve çok geniş. Kazı çalışmalarının durmadan devam etmesi gerektiğine inanıyorum. Yalnız buraya ziyarette bulunacaklara bir önerim Eylül sonu gibi gitmeleri. Yere düşen nar ve zeytinler çok harika bir manzara bırakıyorlar. Önceki yazımda daha detaylı değindiğim ve fotoğraf paylaştığım için bu defa az tutuyorum. 🙂
Athena Tapınağı;
Ne diyebilirim ki burası hakkında. Her ziyaretimde başka bir keyif alıyorum. İki sene önce ilk kez ziyaret ettiğimde hayran hayran manzarasını izlerken bulmuştum kendimi. Tam bu sırada (olmaz ama) hani olur da yanlışlıkla bir oğlum olursa koyacağım isme karar vermiştim. İşte öyle güzel bir manzara. Bu sene hiç yapmadığım bir şey yapıp yanıma iki bira aldım. İnsanlar fotoğraf ve vine derdine düşmüşken ben o işi 5 dk da halledip, manzaraya karşı keyif yapmaya koyuldum. Benim için çok özelsin mavi tapınak.
Not: tapınağın bir kısmı Troya müzesinde, bir kısmı İstanbul arkeoloji müzesinde, bir kısmı Boston Müzesinde bir kısmı ise Avrupa’da sergileniyor.
Ahmetçe;
Selçuk’ların yanına giderken Balıkesir yolu yerine Çanakkale yolunu kullanmanın sadece 1 saat farkettirdiğini gördüğümde hemen kafamda bir ışık yandı. Hani hazır buralara kadar gelmişken dedim neden olmasın? 🙂 Yol üzerinde geçtiğim Ahmetçe köyü bu piyangodan çıktı. Ziyaret edilecek hiçbir şeyi yok aslında ama taş binaları ve dağın zirfesinde oluşu güzel manzara imkanı sunuyordu. Görün istedim.
Kemerdere Su Kemeri;
Sadece bir saat yolumu uzatarak Troya’ya doğru yola çıkmışken gördüğüm bir tabela hemen rota değiştirmeme neden oldu. İyi ki de değiştirmişim. Bozuk bir yoldan ulaştığım Kemerdere köyünden sonra 20 dk lık yaya bir inişle önce göleti, sonra ise  muhteşem su kemerini gördüm. Bu kemer zamanında Troya’ya su taşınması amacıyla yapılmış. Bugün bile ayakta ve inanılmaz bir doğal güzelliğe sahip. Hemen altından akan su muhteşem bir ambians yaratıyor.
Troya;
Mitoloji ile ilgili olup, Homeros’un İlyada’sını bilmemek olmaz. Olmayacak başka bir şey ise Troya şehrini sadece İlyada destanına dayandırmak. Evet, çok büyük bir söylence ancak şehir bundan çok daha uzun zamana yayılmış bir tarihe sahip. Katman katman bir yapıya sahip bu şehrin İskender’den, Xerxes’e, Priamos’tan Caesar’a gerçekten çok fazla hikayesi var. Bana en çok acı verende 1800’lü yıllardan beri her gelen arkeolog burada kazı yapıp eser kaçırmış. Şuanda bile müzde MÖ 2000 yılına dayanan altın takılar bulunurken varın gidenleri siz düşünün.  Mutlaka görülmeli.
Achilleus Mezarı;
Buralara kadar gelip, ölümsüzlük için ölümü göze alan yarı tanrı Achilleus’un merzarına çıkmadan olmazdı. Şuan bir tepede yalnızca taşlardan yapılmış bir yuvarlak olarak duruyor. Ortası ise otlarla kaplı. Aşağıya doğru bir boşluk gördüm ama ne kadar derine indiğine yönelik bilgim yok. Yine de Boğazın çok güzel bir yerinde yatıyor yiğit Achilleus.
Alexandria Troas;
Yine görmeden gitmek istemediğim bir yerdi. Sponsorluklarla kazılar bir süre yapılmış gibi görünsede şuan için durmuş durumda. En azından gittiğimde hiç hareket yoktu. Kent oldukça geniş bir alana kurulmuş ve ayakta kalan forum, hamam ve tapınak kısımları oldukça güzel. Bu kadar geniş bir alana kurulduysa mutlaka fazlası vardır diyor insan. 🙂
Ve dönüş… Yolda keyfim zirve yapmış durumdayken, henüz güneş yeni batmış, hava hala maviyken karşımda yükselen şişkin ay’a karşı araba kullanmak çok zevkli oldu. Önce Haluk Levent Yollarda (konser) sonra MFÖ Yalnızlık Ömür Boyu şarkıları hepten gaza getirdi. Ay karşımda ise yollar gerçekten çok keyifli oluyor. 🙂  Bir de Bursa trafiği vardı ama şuan sadece güzel şeylerden bahsetmek istiyorum.
Bu sene Gargara’da kalamadığım için bu sene bitmeden bir cumadan çıkıp mutlaka bir Assos daha yapacağım. Bir de Hierapolis’ten başlayarak, İzmir’in aşağısına inesim var ama dur bakalım.
Yeni yolculuklarda görüşmek üzere
Bonus: Mesaj alındı, gereğini yapıyorum. 🙂
img_20190715_161810.jpg
Not 1: beni bilen bilir. En büyük hayalim bir dağ evinde, kendi yaptığı bira ve şarap ile insanlardan izole şekilde yaşamak ve şehre sadece kitap almak için indiğim bir hayatı hayal ediyorum. Ege’yi ve şartları gördüktan insansız kısmı olmasa da diğer kısmı için denize yakın bir şekilde zeytin ağaçları altında neden olmasın diyorum. Belki kendi yıldızlarımdan birine ulaşırım. 🙂
Not 2: Geçtiğimiz yılın en büyük hayal kırıklıklarından biri bölgeden ekmek için getirdiğim zeytinlerin çıkmamasıydı. Bir tanesi yaprak verdi ancak çok kısa sürede çürüdü. Şimdi hem Pergamon Athena kutsal alanından, hem Apollon Smintheion’undan hem de Athena tapınağından dal ve zeytin taneleri getirdim. Tutması düşük bir ihtimal ama kaybedecek ne var ki diye düşünüyorum. Düşük ihtimal olması, denememe engel değil. Hem geçtiğimiz sene ekerken içimden geçtiği gibi: olursa çok güzel olacak.